

Dünya çapında yapılan araştırmalar, dijital oyun bağımlılığı ile aleksitimi (duygu körlüğü) arasındaki bağı giderek daha net bir şekilde ortaya koyuyor. Çocuklar ekrana dalıp saatler geçirirken, hem kendi duygularını tanımak hem de başkalarının hislerini anlamak konusunda ciddi zorluklar yaşayabiliyor.
Amerikan Psikiyatri Derneği’nin (APA) son beş yıllık verileri, dijital oyun bağımlılığı vakalarının dünya genelinde yüzde 30 oranında arttığına işaret ediyor. Uzmanlar, uzun süre ekran başına kilitlenen çocukların duygusal gelişimlerinin sekteye uğradığını ve özellikle duygu tanıma ile ifade etme becerilerinde belirgin bir gerileme görüldüğünü söylüyor. Buna bir de aleksitimi eklenince, çocuklar hissettiklerini kavramakta ve çevrelerine aktarmakta zorlanıyor.
Peki, dijital oyun bağımlılığı çocukları bu kadar derin bir duygusal çıkmaza nasıl sürüklüyor? Ebeveynler ve eğitimciler hangi noktalara dikkat etmeli? Tüm bu soruların yanıtlarını almak için Sağlık Bilimleri Üniversitesi’nden Nöropsikolog Merve Tuğçe Doğru’yla konuştuk.
Aleksitimi nedir ve neden ciddiye alınmalı?
Duygularını ifade etme becerisi zayıflayan çocuğun çevresiyle bağı da kopma noktasına gelebiliyor. Eğer “Hissettiğin nedir?” sorusuna yanıt veremeyen bir çocukla karşı karşıyaysanız, Merve Tuğçe Doğru aleksitimi ihtimalinin göz ardı edilmemesini öneriyor.
“Aleksitimi, kişinin duygularını tanıma ve ifade etmede güçlük çekmesidir. Bireyler duygularını çok kabaca ‘rahatlama ve rahatsız olma’ gibi basit kelimelerle anlatabilir. Sosyal izolasyon ve aile içi iletişimsizlik durumu güçlendirir. Dijitale olan yoğun bağlılık, duygu tanımamazlık şeklinde kendini gösterir.”
Bağımlılığın belirtileri ve fiziksel riskler
Saatlerce ekran başında kalan çocuklar yalnızca oyun içinde rekabet etmenin baskısını yaşamıyor, aynı zamanda bedensel sağlığını da riske atıyor. Göz yorgunluğundan duruş bozukluğuna kadar pek çok tehlike kapıda… Bu konuda Merve Tuğçe Doğru şu noktaların altını çiziyor:
“Dijital oyun bağımlılığı fiziksel ve zihinsel sağlığı tüm bağımlılık türleri gibi olumsuz etkiler. Saatlerce ekran karşısında hareketsiz kalan çocuklarda göz yorgunluğu, postür bozuklukları, sırt-boyun ağrıları ve obezite gibi sorunların yanı sıra, ciddi iletişim problemleri de görülür. Erken dönemde bağımlılık oluşan çocuklarda duyguları yönetebilme yetisinde kayıplar yaşanabilir.”
Merve Tuğçe Doğru, özellikle şiddet içerikli oyunların empati gelişimini baltalayabileceği ve çocuklarda şiddeti normal bir çözüm biçimi olarak kabul ettirebileceği uyarısını yapıyor.
Ödül mekanizması ve empati kaybı
Bazen yetişkinler de “Bir el daha, biraz daha puan, bir sonraki seviye…” diye oyunun içine çekilebiliyor. Çocukların zihinsel dünyası ise bu hırstan daha fazla etkileniyor. Sürekli ödül beklentisiyle çalışmaya başlayan beyin için gerçek hayattaki duygusal ihtiyaçlar ve ilişkiler arka planda kalabilir. Durumu somut örneklerle açıklayan Doğru, şu ifadeleri kullanıyor:
“Dijital oyunlar sırasında, özellikle ödül temelli görevlerde, beyindeki ödül merkezi aktive olur. Bu durum, oyundan alınan zevk ve tatmini destekler ve çocuklarda daha yoğun bir bağımlılık haline yol açar. Yüz yüze etkileşimden uzaklaşan çocuklar beden dili, ses tonu gibi ipuçlarını da kaçırır.”
Aileler ve eğitimciler neler yapabilir?
Dijital oyunları tamamen yasaklamak mı, yoksa bilinçli bir denge mi kurmak gerek? Uzmanlar, her çocuğun farklı olduğunu, önemli olanın yasaklamak yerine sağlıklı sınırlar belirlemek olduğunu söylüyor.
Nöropsikolog Merve Tuğçe Doğru da, aileler için ise şu tavsiyeleri paylaşıyor:
“Dijital oyun bağımlılığını önlemek amacıyla teknolojik cihazları tamamen yasaklamak yerine belli bir süreyle sınırlayıp düzenli molalar vermek gerek. Çocuklarla açık iletişim kurmak, sosyal etkileşimi artıracak etkinlikler yapmak ve hatta birlikte oyun oynamak sağlıklı bir yaklaşım olabilir.”
Duygulara alan açın:
Çocuklara duygularını tanımaları ve ifade etmeleri için fırsatlar sunun. Onları, duygu odaklı kitaplar okumaya veya hissettiklerini resim yoluyla anlatmaya teşvik edin.
Rol değiştirme oyunu:
Farklı kişilerin rollerini canlandırarak çocukların empati duygusunu güçlendirin. Bu sayede, başkalarının bakış açısını daha iyi kavrayabilirler.
Duygusal iletişimi artırın:
Çocuklarla duygusal konular hakkında açıkça konuşun. Hissettikleri duygularla ilgili sorular sorun ve paylaşımı teşvik edecek bir ortam hazırlayın.
Duygu günlüğü:
Çocuklara, yaşadıkları duyguları yazabilecekleri veya çizebilecekleri bir günlük tutmaları için rehberlik edin. Bu, duygularını anlamalarına ve düzenlemelerine yardımcı olur.
Mindfulness ve meditasyon:
Basit mindfulness egzersizleri veya meditasyon teknikleri, çocukların hem odaklanmalarına hem de duygusal zeka gelişimine katkı sağlar.
Duygusal destek sunun:
Çocuklara kendilerini güvende hissettirecek bir aile ve sosyal çevre sağlamak, duygusal gelişim için kritik önem taşır.
Örnek olun:
Kendi duygusal zekanızı geliştirmeye özen gösterin. Çocuklar, duyguları sağlıklı bir şekilde yöneten ebeveynlerden ve yetişkinlerden ilham alırlar.
Sosyal etkileşimi teşvik edin:
Çocukların grup etkinliklerine ve arkadaş ortamlarına katılmalarını sağlayarak sosyal becerilerini geliştirin. Bu deneyimler, empatiyi ve duygusal zekayı artırır.
Çocuklara çizilen sınırlar özgürlük mü, yoksa kısıtlama mı?
Çocukların nerede duracaklarını bilmesi, onların özgürlüklerini ellerinden almak anlamına mı gelir, yoksa tam tersine özgüvenli bireyler olmaları için sağlam bir temel mi sunar? Bu sorunun cevabı, sınırların nasıl ve ne amaçla konulduğunda saklı.
Çocuğa sınır koymak, bazen onu kısıtlamakla eş anlamlı gibi görünse de aslında çoğu zaman özgürleşmenin ilk adımı oluyor. Çünkü sınırlar, çocukların güven duygusunu pekiştiriyor ve onları belirsizliklerin yarattığı endişeden koruyor. Hem araştırmalar hem de uzman görüşleri, sağlıklı sınırların çocukların kendilerini güvende hissetmelerini sağladığını ve bağımsızlıklarını güçlendirdiğini ortaya koyuyor. Bu noktada Psikolog Seda Akçakaya, konuyla ilgili önemli değerlendirmelerde bulunuyor.
Katı kurallar, esneklikten yoksundur ve çocuğun bireysel ihtiyaçlarını, duygu durumunu veya gelişimsel seviyesini göz ardı eder. Sağlıklı sınırlar ise hem net hem de esnektir; çocuğun gelişimine ve duygusal ihtiyaçlarına uygun şekilde belirlenir ve açıklanır.
Ebeveynler sınır koyarken nerede yanlış yapıyor?
Aile içinde benimsenen ebeveynlik tarzı, sınırların nasıl çizildiğini belirleyebiliyor. Bu dengeyi kurmak, çocuğun ihtiyaçlarını anlamak ve tutarlı davranmakla mümkün. Seda Akçakaya ebeveynlerin sınır koyma stillerini örneklendirirken şu kritik uyarıları yapıyor:
“Mesela otoriter ebeveynlikte sınırlar ve kurallar katı ve sert olarak belirlenir, esneme payı çok azdır. Çocukların duyguları sıklıkla ihmal edilir. Demokratik ebeveynlikte ise; sınırlar tutarlı, açıklayıcı ve çocuğun isteğine, gelişimine göre dikkatle belirlenir. İzin verici ebeveynlik tutumunda ise; sınırlar ya çok belirsizdir ya da hiç yoktur. İlgisiz ebeveynliğe bakacak olursak burada da sınırlar ya hiç belirlenmemiş ya da rastgeledir.
Tüm bu stiller göz önüne alındığında; tutarsız davranmak, aşırı otoriter bir tutum belirlemek veya tam zıttı şekilde hiç sınır koymamak, açıklama yapmamak ve suçlu hissettirmeye yönelik olarak duygusal anlamda manipüle etmek ebeveynlerin yaptığı en sık yanlışlar olarak karşımıza çıkmaktadır.”
Katı kurallar mı, sağlıklı sınırlar mı?
“Sakın yapma!” cümlesiyle belirlenen katı bir kural, çoğu zaman çocuğun duygu ve ihtiyaçlarını göz ardı edebiliyor. Oysa sağlıklı sınırlar hem net hem de esnek… Böyle bir çerçeve, çocuğun gelişimine uygun açıklamalarla destekleniyor ve cezalandırmaktan ziyade rehberlik sunuyor. Akçakaya sağlıklı sınırların çocuk gelişimi için ne kadar önemli olduğunu anlatıyor:
“Katı kurallar, esneklikten yoksundur ve çocuğun bireysel ihtiyaçlarını, duygu durumunu veya gelişimsel seviyesini göz ardı eder. Sağlıklı sınırlar ise hem net hem de esnektir; çocuğun gelişimine ve duygusal ihtiyaçlarına uygun şekilde belirlenir ve açıklanır. Katı kurallar cezaya odaklanırken, sağlıklı sınırlar rehberlik eder ve çocuğun öğrenmesine yardımcı olur. Sınırlar, çocuklara hangi alanlarda özgür olduklarını ve hangi durumlarda sorumluluk almaları gerektiğini öğretir. Kendi seçimlerini yapmaları için güvenli bir çerçeve sunar ve onlara problem çözme, öz disiplin ve özgüven geliştirme fırsatı verir.”
Sınır koymamanın sonuçları neler?
Kimse çocuğuyla sürekli çatışma yaşamak istemez. Ancak hiç sınır koymamak, uzun vadede çok daha büyük çatışmaların ve güvensizliklerin kapısını aralayabiliyor. Belirsiz bir ortamda büyüyen çocuklar, hem kendileri hem de çevreleri için tehlikeli sonuçlar doğurabilecek davranışlar sergileyebiliyor. Bu tabloyu Psikolog Seda Akçakaya şöyle çiziyor:
“Sınırların güvenilir, net ve tutarlı olmadığı ortamlarda büyüyen çocuklarda duygusal ve davranışsal birtakım güçlükler olduğu görülmektedir. Başkalarının sınırlarını tanımakta ve sağlıklı ilişkiler kurmakta zorlanabilirler. Tüm bu belirsizlik ve kuralsızlıklar çocukta stres ve kaygıya yol açabilir.”
dilinin önemi: Anahtar kelime empati
Çocuklar kural veya sınır sözcüğünü duyunca savunmaya geçebiliyorlar. Bu yüzden, “Yapmalısın!” veya “Asla yapamazsın!” yerine, neden-sonuç ilişkisine vurgu yapan ve çocuğu anlamaya çalışan bir dil kullanmak çok daha yapıcı sonuçlar veriyor. Örneğin, “Bu oyuncağı neden paylaşman gerektiğini konuşalım” gibi bir yaklaşım, çocuğun olayı kavramasını kolaylaştırıyor. Burada anahtar kelime empati. Bu yaklaşımın etkisini Seda Akçakaya şöyle anlatıyor:
“Olumlu ve açıklayıcı bir dil kullanmak ve çocuğun yaşına uygun ifadeler ve örneklerle desteklemek iletişimi çok daha sağlıklı bir noktaya taşıyacaktır. Net ve tutarlı bir dil kullanmak oldukça önemlidir. Ancak şunu bilmeliyiz ki net olmak demek emir kipi kullanmak demek değildir. Emir verir gibi değil, rehberlik eden bir dil kullanmak önemlidir.
Özellikle çocuğun gönülsüz olduğu durumlarda duygularını anladığımızı belli eden bir iletişim dili kullanılmalıdır. Empatiyle yaklaşıldığında çocuk hem anlaşıldığını hissedecektir hem de empati geliştirmesine yönelik rol model olarak onu desteklemiş olmak demektir. Çocuğumuzu ikna etmek yerine çatışmaya girmekten ziyade ona seçenekler sunmak iş birliğini de artıracaktır.”
Her yaşın farklı sınırları var: “Adım adım ilerleyin”
Yeni yürümeye başlayan bir çocuktan ergenlik dönemine kadar, her yaşın getirdiği farklı ihtiyaçlar var. Sınırlar da bu ihtiyaçlara göre şekillendiğinde, çocuk hem potansiyelini daha rahat keşfediyor hem de kendini daha iyi ifade ediyor. Bu konuda yol gösteren Akçakaya, adım adım ilerlemenin önemini dile getiriyor:
“0-3 yaş gibi bebeklik döneminde güvenlik odaklı sınırlar ön planda olmalıdır. Ancak bu durum katı ve sınırlayıcı olmamalıdır. Çocuğun deneyimlemesi yasaklanmamalıdır. 3-6 yaşa gelindiğinde ise basit kurallar ve rutinler oluşturulmalıdır. 6-12 yaşta ise daha fazla sorumluluk verilerek sınırlar genişletilebilir. Ödevlerini zamanında bitirmek, kendi odasının düzeninden kendisinin sorumlu olması gibi… 12 yaş ve sonrasında ise çocuğun bağımsızlığına saygı duyularak kurallar müzakere edilebilir ve ortak kararla belirlenebilir.”
Sınırları test eden çocuğa nasıl yaklaşmalı?
Birçok ebeveyn, “Sözümü dinlemiyor, koyduğum kurala direniyor” diye endişelenebiliyor. Ancak çocukların sınırları zorlaması, aslında onların doğuştan getirdiği merak duygusunun bir yansıması. Bu noktada; “Önemli olan, ebeveynin bu itirazla karşılaştığında paniğe kapılmadan, soğukkanlı ve kararlı şekilde yaklaşabilmesi” diyor Seda Akçakaya.
“Çocuklar sınırları test ettiklerinde ebeveynlerin tepkisi, onların sınırları nasıl algılayacağını ve içselleştireceğini belirler. Demokratik ebeveynlik tutumunda olduğu gibi çocuk duygularının ve isteklerinin anlaşıldığını bilmeli ancak ebeveynler açıklayıcı olarak sınırları korumaya devam etmelidir. Kararlı tutum sergileyen ebeveynlerin karşısında çocuk sınırların önemini anlamakla birlikte bu sınırlar içselleştirilir ve öz disiplin geliştirilmeye başlanır.”